Ruh ve bedenin şifa kaynağı: II. Bayezid Külliyesi
Sultan II. Bayezid'in Edirne'ye Armağanı
Daha sonraki yıllarda şifahane, ruh hastalarına yönelik hizmet vermeye başlamış ve hastalar, dönemin tıp bilgi ve ilaçlarının yanı sıra, su sesi, musiki, güzel kokular ve çeşitli meşguliyetlerle tedavi edilmişlerdir.
Uzun yıllar boyunca hastalara şifa dağıtan bu şifahane, 1850'li yıllardan sonra, sadece ruh hastalarının tecrit edildiği bakımsız bir kurum haline gelmiştir. Bina bir yandan bakımsızlıktan, diğer yandan yatağı dolan Tunca Nehri'nin taşkınları sonucu büyük zararlar görmüştür.
II.Bayezid Külliyesi'nin birimleri
Gerek ilgili vakfiyelerden elde edilen bilgiler, gerekse tarihçilerin ortak görüşü olarak külliye;- Darüşşifa (Hastane)
- Tabhane (Misafir ve Dinlenme Evi)
- Tıp Medresesi (Temel Bilimler Fakültesi)
- Camii
- İmaret (Mutfak, yemekhane, depo, v.s)
- Köprü (Tunca Nehri üzerinde)
- Hamam
- Değirmen ve su deposu
- Sıbyan Mektebi (İlkokul)
- Mehterhane (Dönemin musiki konservatuarı)
- Muvakkithane (Günün saatlerini, takvimi bildiren kuruluş)
Hastanenin Kuruluş Yıllarındaki Kadrosu
Hastane kadrosunda, 1 baştabip, 2 tabip, 2 göz mütehasısı, 2 operatör , 1 eczacı vardı. Diğer personelle birlikte personel sayısı toplam 21'ye ulaşıyordu. Çeşitli dönemlerde bu personel sayısında değişiklikler olmuştur.Evliya Çelebi'den Külliye
"Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San'atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır.
Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur.
Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur.
Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne'nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.
Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler. Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler..."
Abdurrahman Hibri Çelebi, Külliye hakkında şunları yazmaktadır
Yanında cennet bahçesi gibi Harem'i vardır. İki tarafında birer şerefeli iki zarif ve yüksek minaresi vardır. Yine iki yanında tâbhaneleri ve nimeti bol imaretiyle dârüşşifa ve medresesi ve hamamı ve Tunca Nehri üzerinde altı gözlü kemerli bir su köprüsü ve köprüye bitişik değirmeni ve su dolabı vardır.
Günümüzde Külliye'yi oluşturan yapılardan bir bölümü (çifte hamam, değirmen, su dolabı ve Külliye sitesi içinde bulunup vakfiyede adları geçmeyen, bunun için de Külliye birimleri arasında sayılmayan sübyan mektebi ve mehterhane ise vakfiyede adlarına rastlanan saathâne ve 10 dükkân) maalesef yıkılmış, temel izleri bile silinmiştir. Dr. Rıfat Osman bey'in çektiği hamamın, değirmen ve su dolabının yıkık durumdaki birer fotoğrafı bulunmaktadır.
Günümüzde Bayezid Külliyesi
Bu projeyle, Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci başkenti olan Edirne'nin önemli bir eserinin yıkılıp gitmesi önlenmiş ve bu şehrin turizm hayatına önemli bir marka kazandırılmıştır.
Trakya Üniversitesi'nin bu önemli yapılara sahip çıkmasının altında, Edirne'nin yükseköğretim ve tıp tarihine sahip çıkması yatmaktadır. Çünkü 1488 yılında hizmete giren bu külliyenin medresesi döneminin temel tıp bilimlerinin öğretildiği bir üniversite konumundaydı, hastanesi ise bu öğrencilerin uygulama yaptıkları yerdi.
Günümüzde de hem tıp eğitimi ve uygulaması veren Trakya Üniversitesi, bundan beş yüz yıl öncesinin eğitim ve uygulama anlayışını da günümüzde yaşatarak tarihe karşı olan sorumluluğunu da ortaya koymaktadır.
Edirne'nin Ruslar tarafından işgal edildiği Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında başlayan ve Balkan Savaşları ile zirveye ulaşan Edirne'nin kötü günleri, külliye gibi birçok yapının da sahipsiz kalmasına yol açmıştır. Cumhuriyet sonrası yaşanan ekonomik sıkıntılar ve kültürel mirasa gereken önemin verilmemesi nedeni ile yıkılıp yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan tarihimizin bu önemli yapıları, 1984 yılında Trakya Üniversitesi'ne devredilmiş ve bir restorasyon süreci sonrasında, eğitim alanları olarak kullanılmaya başlanmıştır.
1997 yılında müzeye dönüştürülen külliyenin darüşşifa bölümü, dünyanın en prestijli müzecilik ödüllerinden olan Avrupa Konseyi 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü'nü alarak önemli bir tanıtım fırsatı yakalamıştır.
Burada 500 yıl öncesinin bir "Osmanlı bimarhanesi" (bimar:hasta, hane:ev) canlandırılmıştır. Tedavide, dönemin hekimlik bilgilerinin yanı sıra müziğin, su sesinin, güzel kokuların ve meşguliyetin kullanıldığı bu mekanlar geçmişi zengin bir görsel anlatımla günümüze taşımaktadır.
Başarılı bir canlandırma... Hastalar, hekimler, hasta bakıcılar, hanende ve sazendeler canlı gibi karşımızda duruyor... Işık ve ses düzeni bu canlandırmayı bütünlüyor...
Tüm bunlar, Edirne'de Tunca Nehri kenarında mimarlık tarihimizin en görkemli yapılarından birinde yaşanıyor. Buna yapılar topluluğu demek daha doğru olur.Son derece başarılı taş işçiliği ile camisi, imareti, tabhanesi (misafirhane), köprüsü, medresesi ve şifahanesi...Birbirini tamamlayan yapılardan oluşan külliye burası.
Mimarisi ilk bakışta insanın gözünü okşuyor. Yüzün üzerinde irili ufaklı kubbe külliyeye mistik bir görünüm kazandırıyor.Birbirini tamamlayan grafik yapılar zarif bir bütünlük oluşturuyor.Henüz çok genç olmasına rağmen, önemli başarılara imzasını atan, Edirne'nin kültür hayatının önemli merkezlerinden biri haline gelen bu müze, önümüzdeki dönemlerde, külliyenin diğer bölümlerini de içine alarak daha da büyüyerek farklı bir müzecilik anlayışı ile tarihi değerlerimizi dünyaya tanıtmaya devam edecektir.
Külliye'nin kuruluş amacı, dönemin en önemli şehirlerinden ve 2. başkent konumundaki Edirne'yi bir darruşşifaya (Hastane) kavuşturmaktı. Geniş amaçlı düşünülen,Külliyedeki diğer üniteler ise hastane hizmetini doğrudan veya dolaylı olarak tamamlayan sosyal, kültürel ve dini nitelikteki yapılardır. Tüm birimlerin aynı amaca yönelik hizmetleri döneminin sağlık ve sosyal yardım anlayışını yansıtmaktadır. Tüm yapılar topluluğunun 4 yıl gibi kısa bir sürede bitirilmesi ise imparatorluğun ekonomik ve teknik gücünün bir göstergesidir.