Fetihler Ufku Tekirdağ
Tekirdağ, Türklerin eline geçtikten sonra (1357) Edirne'ye ve İstanbul'a yakınlığı yanında Avrupa'ya fetihlere giden ordunun sefer yolu üzerinde bulunması, önemini bir kat daha arttırmıştır. Yahya Kemal'in "Yol Düşüncesi" isimli şiirinde Tekirdağ'dan "FETİHLER UFKU TEKİRDAĞ" diye söz etmesi bu görüşten ileri gelir.
Tekirdağ tarihin ilk yıllarından itibaren güzel, koyu ve bereketli toprakları birçok milletin dikkatini çekmiştir. Dolayısıyla şehir (bölge) birçok akınlara ve medeniyetlere de sahne olmuştur.
Tekirdağ İsmi Nereden Gelmektedir?
Daha sonra RODOSTO adını alır. Şarlman imparatorluğunun 843'teki paylaşılmasını gösteren haritada üstte büyük harflerle Rodosto, altta kare içinde Rhaedestus yazılmıştır. Bu isim Bizans devrinin şehre verdiği isimdir. Bu isim zamanımıza kadar gelmiştir. Avrupalılar bugün bile Rodosto adını kullanmaktadırlar. Osmanlılar Tekirdağ'ı fethettikten sonra 1358 tarihinden itibaren RODOSCUK demişlerdir. Osmanlı tarihlerinde, fermanlarda, divan-ı hümayun vesikalarında, mezar taşlarında daima bu isim kullanılır. 1732 tarihinden sonra Rodoscuk bırakılıp TEKFURDAĞI adının kullanıldığını görüyoruz. Ancak, bu isim değişikliğinin kesin sebebi bilinmemekle birlikte Bizans derebeylerine "Tekfur" denildiğini biliyoruz. Cumhuriyet devrine kadar şehrimiz Türkler arasında Tekfurdağı adıyla anıldı ve yazıldı. Cumhuriyet devrinde Tekfurdağı TEKİRDAĞ'A çevrildi.
Tarih Öncesi Dönemlerde Tekirdağ
Deniz ve kara yolları üzerindeki stratejik konumu nedeniyle uzak coğrafi bölgeler arasındaki kültür ilişkilerini aydınlatacak ip uçlarının Trakya bölgesinde olduğu kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra ılımlı iklimi, tarım ve çiftçiliğe elverişli toprakları, bitki örtüsü, su ve kara hayvanlarının da zenginliği göz önüne alınırsa Trakya bölgesinin her dönemde insanların oturmasına çok uygun bir ortam oluşturduğu düşünülebilir. Türkiye Trakya'sında Tarih öncesi dönemlere ait arkeolojik araştırmalar çok yenidir. 1970'li yıllardan sonra İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Prof.Dr.Mehmet ÖZDOĞAN'IN oluşturduğu bir ekip Trakya'da tarih öncesi araştırmalara başlamıştı. Bu araştırmalardan sonra 1980'li yılların sonunda Edirne ve Tekirdağ'da yine bu ekip tarafından kısa süreli kurtarma kazılarına başlandı. 1990'dan sonra bu ekip ile birlikte Tekirdağ Müzesi de sistematik olarak Trakya'da Tarih öncesi dönemlere ait kazı ve araştırmalarını sürdürmektedir.
Trakya'da Paleolitik (eski taş ) çağa ait yerleşme yeri olarak İstanbul yakınlarındaki Yarımburgaz Mağarası ve Trakya'nın Karadeniz kıyısında açık yerleşme yeri olarak Ağaçlı bölgesi bilinmektedir. Tekirdağ Müzesi Müdürlüğü'nün son yaptığı araştırmalarda Saray ilçesinde Ergene ve Galata derelerinin oluşturduğu Güneşkaya ve Güngörmez vadilerinde mağaralar tespit edilmiştir. Bu mağaraların üst kesiminde İ.Ö.5000-3000 yıllarına tarihlenen çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla Yarımburgaz mağarasında olduğu gibi, yüzey tabakalarının altında Güneşkaya ve Güngörmez Mağaralarında Eski Taş devrinin üst tabakalarına (İ.Ö.200.000-10.000) rastlanabilir.
Neolitik çağda Şarköy'de Burun Eren Çiftliği'nde, Burdur Hacılar'da bulunan malzemelerle çağdaş malzemeler ele geçmiştir. Aynı malzemeler İstanbul Üniversitesi tarafından Enez'de Hoca Çeşme mevkiinde yapılan kazılarda da ele geçmiştir. Bu buluntular o dönemlerdeki kültür ilişkilerinin ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. Kalkolitik çağda önemli buluntu yeri Marmara Ereğlisi yakınlarındaki Kargaburun mevkii üzerindeki Toptepe'dir. 1963 yılında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü müdürü tarafından yoldan geçerken tesadüfen bulunarak yayınlanıp bilim alemine duyurulmuştur.
Menekşe Çatağında elips şeklinde çit örme tekniğiyle yapılmış kulübeler ve kulübelerin içinde ocak ve fırınlar bulunmuştur. 1938 yıllarında Prof.Dr.Arif Müfit MANSEL Alpullu'da Toptepe malzemesi olan testiler ele geçirmişti. Kırklareli Aşağıpınar'da yapılan kazılarda da bu kültür tabakasının ortaya çıkması, Trakya'nın o dönemde Deniz sahilindeki kültürlerle iç kesimlerdeki kültürlerin ilişkilerini ortaya koymaktadır.
İlk ve Orta Tunç Çağlarında Tekirdağ
Menekşe çatağı İlk Tunç Çağı'nın ilk evrelerinde Troyanın 1. katıyla çok benzerlik göstermekle birlikte Balkan kültürlerinden Sveti Krilova kültürleri ile de ilişkiler tespit edilmiştir. İlk Tunç Çağı'nın II. (İ.Ö.2700-2400) ve III.(İ.Ö.2400-2000) evrelerine Trakya da yoğun olarak rastlanmamakla birlikte yine Menekşe Çatağı kazılarında Troya'nın ve Anadolu'da bir çok yerleşmenin İlk Tunç Çağı'nın II.evresinde ortaya çıkan Depas türü (çift kulplu kupalar) kupa parçaları bulunmuştur.
Tekirdağ sınırları içinde İlk Tunç Çağı'nın III.evresine ait yerleşmelere rastlanmamaktadır. Kırklareli'de Aşağıpınar Kanlıgeçit'te İstanbul Üniversitesi'nden Prof.Dr.Mehmet ÖZDOĞAN tarafından yapılan kazılarda İlk Tunç Çağı'nın II.evresi ve Orta Tunç Çağı'na geçiş evresinde tamamen İç Anadolu kültürlerine ait bir koloni yerleşmesi ortaya çıkarılmıştır. Anadolunun özgün mimari tipi olan Megaron tipi yapılar ile dini ve günlük kullanım eşyaları bu kazıda bulunmuştur. Bu kazı İlk Tunç Çağı'nın son evresinde Anadolu ile Trakya arasında ticari ve kültürel bir alış veriş olduğunu belgelemekle birlikte Anadolulu insanların Trakya toprakları üzerinde küçük koloni yerleşmelerini kurduklarını da kanıtlamaktadır.
İzlerine Ergene ve Meriç Havzasında rastlanan bu göç dalgasından sonra karanlık bir dönem başlamaktadır. Antik kaynaklar ve yakın zamana kadar arkeolojik bulgular yetersiz kalmaktaysa da son dönemdeki Kırklareli'ndeki Aşağıpınar kazılarında Orta Demir Çağına ait yoğun bir yerleşme ortaya çıkarılmıştır. Trakya'da son dönemlerde başlayan sistemli kazıların devam etmesiyle karanlık diye bilinen dönemler de yavaş yavaş aydınlatılabilecektir.
Şarköy İğdebağları köyünden İstanbul arkeoloji müzesine götürülen Demir Çağı'na ait önemli bronz bir koleksiyon ve Tekirdağ Müzesi'ne getirilen bronz bir kaç madeni eser bu dönemde madenciliğin önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Yalnız bu çağda Anadolu'da kurumlaşmış devletlerin (Hitit) varlığına karşılık Trakya'da Proto-Trak olarak tanımlanan ve toplumsal örgütlenme bakımından çok daha geri düzeyde toplulukların bulunması, Anadolu ile Trakya'nın kültürleri arasındaki en önemli farktır.
Trakya'ya İsmini Veren Kavim "Traklar"
Tarihçi Heredot; "Hintlilerden sonra en kalabalık olanlar Trakyalılardır. Bir tek adamın komutasında ya da tek iradeyle hareket etseler, hiç yenilmez ve bence, ulusların en güçlüsü ve en kalabalığı olurlardı" demektedir. Traklar için iş görmemek kibarlıktır. Toprakta çalışmak şerefsizlik ve aşağılıktır.
Soylu yaşamak; Savaşa gitmek, başkalarını soymak ve at yetiştirmektir. Bu nedenle de paralı asker sıfatıyla denizci olarak donanmalarda, atlı olarak kara ordularında yer almışlardır. Homeros'un İlyada adlı destanında Trakyalılar için at besleyen, at yetiştiren gibi sıfatlar kullanmaktadır. Trak kralı Rhesos'un atları için: "Görmedim onun atları gibi güzel, iri atlar, giderler yel gibi, kardan beyazdırlar." demektedir.
Trakya'ya elçi giden kişilere atların armağan olarak verildiği yine Homeros'tan öğrenilmektedir. Ksenephon, "Anabasis" (on binlerin dönüşü) adlı eserinde bir Trak kenti olan Perinthos (Marmara Ereğlisi) halkının orduya yetişmiş atlar verdiğini yazmaktadır. Tanrılar arasında en çok Dionyzos (Doğa Tanrısı olup, asma kütüğünü ve şarabı dünyaya yaymak için yarenleri Satyr ve Menadlarla tüm dünyayı dolaşırlar.), Artemis (Bolluğu ve bereketi simgeler. Hayvanların koruyucusu ve altın yaylıdır. Trakya'da geyik üzerinde yay ve okuyla tasvir edilir.), Hermes'e (Doğa ve Bereket Tanrısıdır.) saygı gösterirler. Traklar en iyi olarak ölü gömme adetlerinden tanınmaktadır. Konunun başında Trakların tarih öncesi çağlardan beri Trakya'nın yerli kavimlerimi yoksa kuzeyden gelen bir kavim mi olduğunun kesin bilinmemekte olduğundan bahsedilmişti. Ancak kuzeyden geldikleri savı daha kuvvetli bir olasılıktır.
Anadolu'da Friglerle İ.Ö.8.yy. sonlarında 7.yy.başlarında ortaya çıktığı belirlenen tümülüsler Trakyada olduğu gibi tek tanrılı dinlerden Hıristiyanlığın egemen olduğu Roma dönemi sonuna kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu yüzden de bazı arkeologlar Traklarla Friglerin aynı kavim olduklarını, Trakyadaki Brig kabilesinin Anadolu'daki Frigler olduğunu iddia etmektedirler. Tarihçi Heredot Trakların ölü gömme adetlerinden şöyle bahseder: "Bir Trak öldüğünde ceset üç gün evde bekletilir. Bu arada kurbanlar kesilir, cenaze ziyafetleri düzenlenir. Ceset yakılır. Yahut yakılmadan mezarın içine konur. Ağıtlar yakılır, şaraplar içilir. silah oyunları ve spor müsabakaları düzenlenir. Mezarın üzerinde yığma tepe meydana getirilir."
Ayrıca Traklar iyi at yetiştiren kavimler olduğundan, atlarına çok önem vermekteydiler. Trakların öldüklerinde kendileri için Tümülüsler yaptıkları gibi atları için de tümülüs yaptıkları yada kendileriyle birlikte atlarını da gömdükleri bilinmektedir. 1995 yılında Hayrabolu'nun Hacıllı köyünde Tek Höyük Tümülüs'ünde Tekirdağ Müzesi Müdürlüğü'nce yapılan kazılarda yukarıda belirtilen konuların büyük kısmı ortaya çıkarılmıştır. 9,5.m yüksekliğinde ki tümülüs yığmasında ortaya yakın yerinde yaklaşık 3x5m. boyutlarında 70 cm. derinlikte bir çukur açılarak ölü yakılmış ve külleriyle birlikte aynı yere gömülmüştür.
İ.Ö.4.YY.da Odyrislerin kralı Kersepleptes idi. Bu yıllarda batıdan gelen bir Makedon saldırısı gündemdeydi. Makedonya kralı II.Philip, İ.Ö.352 yılında Tekirdağ'a kadar olan bütün Trakya'yı aldı. En son Karaevli Köyü'nün deniz sahilinde yer alan Heraion Teichos kentini de Odyrislerden aldı. Daha batıdaki Perinthos Kentini de kuşattıysa da alamadı. Perinthos kenti daha sonra II.Philip'in oğlu Büyük İskender tarafından zapt edildi. 1997-1998 yıllarında Karaevli Köyü'nün deniz kıyısında yer alan Harekattepe Tümülüsü'nde Tekirdağ Müze Müdürlüğü'nce yapılan kazılarda bir kral mezarı bulundu. Bu mezar içinde II.Philip dönemine ait gümüş bir sikke (madeni para) ele geçti. II.Philip döneminde bu bölgede Kersepleptes Krallık yapmaktaydı. Kersepleptes'in ölüm tarihi, Philip döneminde ve İ.Ö.341'de olduğuna göre, bulunan Kral mezarı büyük bir olasılıkla Odyris kralı Kersepleptese aittir. İdareci kadroların Makedon olmalarına karşılık, traklar onların egemenliği altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
İl sınırları içinde ve Marmara Denizi'nin kuzeyinde kurulan en önemli kent Perinthostur (Bu günkü Marmara Ereğlisi). Diğer kentler: Heraion (Karaevli köyüaltı), Bysante (Barbaros), Ganos(Gaziköy), İstanbul il sınırları içindeki Seliymbria (Silivri), ve Çanakkale il sınırları içindeki Gallipolidir (Gelibolu).
İ.Ö.547 yılında doğudan gelerek Anadolu'yu saran Pers istilasından Trakya da nasibini almıştır. Pers Kralı Dareus İ.Ö.514-513 yıllarında Tuna'nın kuzeyine kadar ilerlemiştir. Bu sırada Istrancaların batısında büyük su kaynaklarının bulunduğu alanda ordusunun kamp kurduğu bilinmektedir.
Perinthos kentini kuşattıysa da kenti ele geçirmeye muvaffak olamadı. II.Philip'ten sonra yerine geçen ve Hindistan'a kadar sefer yapan oğlu Büyük İskender Perinthos'u ele geçirdi. Perinthosta darphane kurarak kendi adına para darp ettirdi. Roma dönemine kadar Trakya Makedonyalıların hakimiyetinde kalmıştır. İ.Ö.72 yılında Pontus (Samsun merkez olmak üzere orta Karadeniz Bölgesi) kralı Mithridatos batıya da saldırılarda bulunmuş, Trakya'yı eline geçirmek istediysede başarılı olamamıştır.
Roma Döneminde Trakya
Bunlardan birisi bu gün Malkara yakınlarındaki Kermeyan Köyünün bulunduğu yerdeki Apri yada Apros adıyla anılan kenttir. Bir diğeri Bulgaristan topraklarında kalan Dealtum'dur. Bu konu Apri'de çıkan asker yazıtlarından anlaşılmaktadır. Roma İmparatoru Septimus Severus döneminde Bizantion'un (İstanbul) Roma'ya başkaldırmasından sonra Bizantionlularla Romalılar arasında yapılan savaşta, Perinthoslular Romalıların yanında yer almış ve Romalılar savaşı kazanmıştır. Romalıların izlediği politika sayesinde Traklar tamamen asimile olmuşlar ve Trakya tamamen Roma hakimiyetine girmiştir. Perinthos (Marmara Ereğlisi) bu dönemde eyalet merkezi olmuştur.
Bizans Döneminde Trakya
İl sınırları içinde bu kaleler şunlardır; Şarköy Yenice Köyü Cin Kalesi, Şarköy Elmalı Köyü Kalesi, Malkara Yenidibek Kalesi, Malkara Kermeyan Köyü Kalesi, Şarköy Beyoğlu Köyü Kalesi, Şarköy Uçmakdere Kartalkaya Kalesi, Naip Köyü Kalesi, Misinli Kalesi ve Çorlu Kalesidir. Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Gelibolu üzerinden Trakya'ya geçmelerinden sonra, Bizans İmparatorluğu hem doğudan hem de batıdan kuşatılmış olup, 1453 senesinde Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethedilmesiyle tamamen tarih sahnesinden silinmişlerdir.